30 Haziran 2010 Çarşamba

Ankaralı İmam,Rasputin'e karşı***

Zaman zaman gündeme gelir,büyük fırtına kopartır:
4 kadın almak caiz mi değil mi?
Bir tanesiyle uğraşmak yeterince zorken,bunu akıldan bile geçirmek caiz değildir bence...

Ama...
Bu sabah Milliyet gazetesinde yer alan bir haber,bunu düşünmek yerine hayata geçirmek yolunda adım atıldığını gösteriyor.Hem de adımı atan bir din adamı.
Okuyalım:
"Ankara'nın Mamak semtinde bir mescidin imamı olan R.A(37)-bu parantezin de ayrıca hastasıyım,sanki herifin yaşını öğrenip GBT yapacağız-uzun süredir birlikte olduğu Rus sevgilisi E.G(43)'yi-bu ablanın GBT'si için KGB'den yardım isteyeceğiz artık- cinsel içerikli görüntülerini internetten yayınlamakla tehdit ettiği ve zorla 150 bin liralık senet imzalattığı için tutuklandı. E.G'yi kendisinin Ergenekon terör örgütü lideri olduğunu söyleyerek korkuttuğu öğrenilen imamın,ayrıca bir Türk sevgilisi olduğu ve hal-i hazırda evliliğinin de sürdüğü belirtildi"

Şimdiiii...
Haberden anlaşıldığı kadarıyla imam birader 3'ü bulmuş;2 Türk 1 Rus.
Gözümüz yok-bakınız yazının başı- Allah daha çok versin de,benim takıldığım nokta adamın bu kadar farklı kadını ikna etmek için nasıl bir yöntem kullandığı.
Doğru ya...
"Dinle"korkuttu desen,hadi 2 Türk kadını anladık da,Rus teyze-ki muhtemelen Ortodoks'tur- nasıl razı oldu?Acaba bizim imam "bende Rasputin'in ruhu var,inanmıyorsan dene gör"mü dedi?
"İmam,yatakta sınır tanımıyor,iman gücüyle rekorları zorluyor"desen,hayatını dine adamış olduğunu ön kabul olarak aldığımız bir adamın,bu faaliyetlerini "yasal çerçevede"yapması,"kaçak kesimden" uzak durması gerekmez mi?Yani namını bu kadar yürütecek,moda deyimle PR yapacak fırsat ve zamanı nasıl buldu?

Anlamak mümkün değil!
Neyse olan olmuş artık...
Zaten ne demiş atalar?"Hocanın dediğini yap,YAPTIĞINI YAPMA"
O zaman şöyle yapacak Mamak halkı,Cuma'yı kılacak,Hutbe'yi dinleyip,acilen kaçacak mescitten...Malum hocamın PR çalışması başlayacak,engel olmamak lazım!

Din bezirganları her zaman vardı,bundan sonra da var olacak.Her topluluktan alim de çıkacak zalim de.Gazetecinin,doktorun,siyasetçinin nasıl sahtekarı oluyorsa,imamın da olacak elbet!
Ancak,o arkadaşların sahtekarları daha çok zarar verecek topluma çünkü dedikleriyle yaptıkları birbirini tutmayınca,yeni sahtekarlar ortaya çıkacak.

Neden bilmiyorum,haberi okur okumaz aklıma Rifat Börekçi geldi.
Bilir misiniz,Kurtuluş Savaşı'nı kazanıp,bu ülkeyi kurabildiyse Atatürk,Rifat Hoca'nın katkısıyladır!
Damat Ferit'in Şeyh-ül İslam Dürrizade'ye yazdırdığı ve "Kuvva-i Milliyeci'leri öldürmenin dinen caiz ve vazife" olduğu yönündeki fetvaya karşı "Ankara Fetvası" olarak bilinen ve özetle "hadi len,asıl vatanına sahip çıkmak vazifedir" şeklinde özetlenebilecek fetvayı yayınlayan,bu nedenle de hakkında İstanbul Hükümeti'nin ölüm kararı verdiği,elleri öpülesi Ankara Müftüsü'dür kendisi.
Yani o olmasa,Anadolu'nun herhangi bir yerinde,"hocadan talimat aldım"diyen meczubun biri, Büyük Önder'i sırtından bıçaklayabilirdi...
Ayrıca Rifat Hoca bununla da kalmamış, Sivas Kongresi ile Milli Mücadele'ye katılmış.ardından da Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Diyanet İşleri Başkanı olmuştur.

Böyledir ama hayat,biri yapar biri bozar!
Kötü olmazsa iyinin kıymeti nasıl anlaşılacak?

Yine de ben derim ki,atalar bu konuda doğru söylemiş,hocanın dediğini yapın,yaptığına çok takılmayın...

Meşhur fıkradır...

Anadolu'nun küçük bir köyüne gelen imam köylüyü bir korkutmuş sormayın.
"Zina ederseniz,dereler taşar,deprem olur,toprak yarılır,hepiniz ölürsünüz"
Köylü it gibi tırsmış,kaçak kesimden el çekmiş.
Lakin ciddi bir sorun varmış ortada,bizim imam cemaatten çok güzel bir genç kızı gözüne kestirmiş,"nasıl atarım yatağa" hesabı yapıyormuş...
Gel zaman git zaman,bizimki(haberdeki hoca gibi) ne yapmış etmiş kızı kandırmış...
Bunlar halvet olduktan sonra,kız çekingen gözlerle bakarak hocaya sormuş:
"Hocam,siz dediniz ki zina ederseniz,deprem olur,sel olur.Hani?Hiçbirşey olmadı"
Bizim hoca gevrek gevrek gülümsemiş:
"Yok be ceylanım"demiş."O işi bilmeyenler için,erbabı yaparsa yorgan bile titremez"



***İmam haberi üzerine yazmamı öneren sevgili ağabeyime ithaf olunur...

29 Haziran 2010 Salı

HOPPALA PAŞAM MALKARA KEŞAN!

Başbakanı izledim az önce,grup toplantısında.
Kendince hem haftalık gündemi,hem de bundan sonrasını yorumlamaya çalıştı.Yine siyasi rakiplere salvolar,yine kendi tabanını "bütün" tutma ve sıklaştırma çabası...
Diğer liderlerden bir farkı yok bu yönüyle.Hepsinde aynı telaş var çünkü.
Ama dikkatimi çok çeken birşey vardı konuşmasında,bir söz kullandı Başbakan "elinde çekiç olanlar herkesi çivi gibi görür"dedi.
?
?
Doğrusunu isterseniz dikkat çekici bir çıkıştı,çünkü Başbakanın(8yıl kendisini izlemiş bir gazeteci olarak rahatlıkla söyleyebilirim) Batı dünyasının düşünürlerinden alıntı yapması pek alışkın olduğumuz birşey değil.Oysa bu söz,sevgili dostumuz Googlehan'a sorulduğunda da görülebileceği gibi Harvard Üniversitesi'nin Rektörlüğü'nü de yapmış olan ABD'li bilim adamı James Bryant Conant'a ait.Daha da önemlisi aslı "elinde çekiç olan HERŞEYİ çivi gibi görür"

İyi de nereden çıktı bu söz şimdi durup dururken?Doğrusunu isterseniz Başbakanın anlattıklarıyla da çok alakalı değildi.Belli ki birileri "şık durur,kullanalım"dedi ve Başbakan da çok sorgulamadan cümlelerinin arasına sıkıştırıverdi.

Oysa ne tehlikeli bir yol bu!
Altını dolduramayacağınız,sadece "şık" duracak diye düşünerek kullandığınız sözler çok can yakabilir.
Söylediğiniz söz size ait değilse,en azından anlamını içselleştiremiyorsanız,başkasından alınmış bir ceket gibi sakil durur üzerinizde.
Rezil olmak ihtimali de cabası...
Hele bir de cümlenizi sırf o sözü kullanmak üzere kurgulamışsanız,yandı gülüm keten helva...
İnsan ister istemez kasılır çünkü,"o kadar hazırlandım,mutlaka doğru söylemeliyim"telaşı, illa ki hata yaptırır.
Bundan neredeyse 20 yıl önce sunduğum radyo programına konuk olan çok önemli bir tiyatro sanatçısı,tartıştığımız konu hakkında-sanırım iktidarın kültür politikasıydı-ortada durma ihtiyacı hissetmiş ve gazetecilik tabiriyle top çevirmişti.Ben kendisini iyice sıkıştırınca da bir anda freni patlamış kamyon gibi süratle "bu konu tam anlamıyla İKİ UCU BOKLU ŞEY" deyivermişti!Belli ki aklında "İKİ UCU ŞEYLİ DEĞNEK" demeyi kurmuş,ama uzun süreli sinirsel kasılma,değnekle bokun yerini değiştirivermişti...

Sonrasında da hep kendini kasan insanların konuşmalarının hüsranla sonlandığına şahit oldum.
Spor spikeri bir arkadaşım da ilk canlı maç anlatımı öncesinde o kadar kasılmıştı ki,dönemin ünlü futbol hakeminin adıyla başlamayı günler öncesinden kafasına koyduğu anons şu halde dökülüverdi dudaklarından:
"Maç Sadık DÜDÜĞÜN DEDASIYLA başladı"

Hele bir de buna anlamını hiç bilmediği,duyduğu ve yerli yersiz kullanmaktan çekinmedeği sözcüklerle konuşanları eklerseniz,ortaya çıkan sonuç gerçekten facia oluyor.Bünye reddediyor sanırım otomatik olarak.Bütün vücut ağızdan çıkan söz için adeta "bizim olayla alakamız yok,kendi kaşındı" diye bağırıyor çığlık çığlığa. Sonradan görme bir kadıncağızın misafirlerini etkilemek için kızına "canım konuklarımıza birer kadeh Johhny LOGAN ikram etsene"dediğini biliyorum...

Her neyse,başa dönecek olursak siyasiler için iş daha riskli.
Çünkü bizim gibi toplumlarda ağzından her çıkana "hikmet" gibi yaklaşıldığı için,yanlış söz büyüyerek toplumda yerleşiyor."Sayın Başbakanım kullandı,ben de kullanmalıyım"diyen taşralı bir siyasetçi,bu sözü köylerde kasabalarda kullanmaya başlıyor,sonrasında seyreyle gümbürtüyü.Bugün Başbakanın kullandığı sözdeki,çekiç ve çivi bir ay sonra ne hale gelecek düşünmek bile istemiyorum.Korkarım bu sözün son hali "elinde odun olan,kodu mu oturtur"a kadar gider...

Bizden olmak,bilinen sözle konuşmak,bu kadar zor mu?
Olmaz ama...
"Kim daha süslü konuşuyor" yarışının sonu yok ki!

Başbakanla başladık yine O'nunla bitirelim.
Sanırım geçen aydı,Ankara'da yenilenen bir hastanenin açılışını yapan Başbakan,Başhekim ve diğer doktorlarla birlikte önlük giyip maske takarak ameliyathaneleri geziyordu.Erdoğan kendisine yenilenen cihazları gösteren Başhekimin sözünü keserek şöyle dedi:

"Çok güzel,bunları RENTE KAR(rent-a car)la mı aldınız?

28 Haziran 2010 Pazartesi

Kısmetse deliriyorum...

Ankara'da hava kötü.
Gerçekten kötü,yani biraz sıksan "ne Haziran'ı yahu,düpedüz Ekim" dersin...
Sevgili dostumun dediği gibi "umarım mahsuplaşması olur bu havaların Eylül'de"

Pazar sabahı,hani biraz kafa dinlemek,zihni meşgul etmeyecek oyalanma yolları bulmak bâbında,gazetelerden birinin Pazar ekini açıyorum,Ayşe Arman döktürmüş yine...
Aslında kimin döktürdüğü de tartışılır,kerameti kendinden menkul yazarın mı,eski karısını "aleme fâş" etmeye çalışan adam bozmasının mı?

"Herkes ben O'nu aldattım sanıyor ama aslında O beni aldattı,hem de ben otel odasında beklerken(toplantım var) diyerek sevgilisinin kollarına koştu.Daha da kötüsü her aradığımda da sürekli yankı yapan bir yerden cevap veriyordu,sonradan anladım ki,sevgilisiyle buluştuğu otel odasının banyosundaymış"

Yuh be birader!
İnsanda biraz utanma olur.
Bilmem kaç yıl aynı yastığa baş koyduğun,birlikte çocuk yaptığın,bir zamanlar "karım" derken gözünün parladığı kişiden bahsediyorsun!

"...anlattıklarımın hepsi kendi ağzından dinlediğim için doğrulanmıştır.İki şişe vokta içtikten sonra,hem seviştik hem de dertleştik,herşeyi anlattı"

Sabah sabah rahatlama beklerken bir öğürtü sormayın...
Çukurun bile irtifası vardır yahu,seninki MAGMA!

Eyvallah,herkesin bir gün 15 dakika için meşhur olacağını biliyordum da,bunun için bu kadar alçalacak insanlar bulunabileceğini düşünmüyordum doğrusu...Bilmiyorum belki aşırı saflık ama Türkiye'nin en çok satan gazetesinin başındaki insanların da,böyle bir rezaleti yayımlamayacakları gibi bir düşüncem de vardı sanırım.

Şimdi tutup "efendiler,toplum nereye gidiyor,ahlak kalmadı,ne hale geldik" falan diyecek değilim.Çünkü belli ki,o eşiği çoktan geçmişiz...
Bireysel olarak ne yapacağımı biliyorum,bugünden itibaren o teyzeyi okumayacağım.Yanlış anlaşılmasın lütfen,sadece böyle bir rezaleti yazdığı için değil.O röportajın giriş yazısında "elimde teybim varken dostum-mostum değil kimse" dediği için.Ne de olsa hasb-el kader aynı meslek yazıyor sicilimizde,başlama yollarımız çok farklı olsa da(!)...

Benim dostlarım var çünkü!
Yanlarına teypsiz gitsem nasıl konuşuyorlarsa,teyp varken de o rahatlıkla konuşuyorlar.
Çünkü biliyorlar ki,orada konuşulanlar önce insanlık ve ahlak süzgecinden geçecek.

"Önce insanım sonra gazeteci" demek bazıları için çok zor.Nedeni de çok basit,zaten arafta kalmış durumdalar,ne insan ne gazeteci olabiliyorlar bu yüzden.
Sadece gazetecilik için de geçerli olmamalı ayrıca bu kural.Bana kalırsa iyi adam olmadan,ne iyi avukat,ne iyi mühendis ne iyi doktor olmak mümkün.Örneği de var;yıllık mutad ziyaretini yaparken,yine kıçından uydurduğu,Afrika'da bilmem ne yerlilerinin yaşamını uzatan ve tesadüfen(!) ticari hakları kendisinde bulunan meyveyi anlata anlata bitiremeyen doktor bozması...Ulan senin o bahsettiğin yerliler;sıfır sanayii atığı,eksi 4 stres katsayısı ve başka birşey bulamadığı için daimi meyve diyetiyle yaşıyor.Öyle yaşasam ben de 100'ü görürüm herhalde...

Biliyorum bu kadar saçmalık,sakin geçmesi gereken bir Pazar sabahı için fazla...
Daha doğrusu ben öyle düşünüyordum ama aynı dakikalarda TV'de gördüğüm program tanıtımı
"direnme,bağıra bağıra can vereceksin" hissi uyandırdı.
"Motorun el kitabı" adlı eseri yazabilecek kadar birikim(!) sahibi bir abla,eşiyle günlük hayatlarını kameralara açıyormuş,evde ne yaşanırsa hepimiz izleyebilecekmişiz!
Gözümün önünde henüz çekilmemiş programdan bir sahne belirdi ansızın.Kadın tartıştığı eşine şöyle diyordu:
"Bıktım erken boşalmandan,doktora git artık"
Sonra görüntü dondu ve ekranda beliren bizim tüccar doktor,"çözümü uzakta arama Türkiye" diye konuşmaya başladı.Ardından da bu sorunun çözümü için kıçında don olmayan yerlilerin kullandığı meyvenin tek çare olduğunu,kendisinin de sırf bu nedenle işini gücünü bırakıp Türkiye'ye geldiğini anlatmaya başladı...

Televizyonu nasıl kapattım,gazeteyi nasıl fırlattım bilemedim vallahi...

26 Haziran 2010 Cumartesi

Zor olanı merhaba demek...

ZOR OLANI MERHABA DEMEK...

Öyle değil midir sahi?Bir insanla kurulacak ilişkinin ilk adımını atmak,”merhaba” diyebilmek,en zoru değil midir?Ağzınızdan çıkabilirse eğer ilk merhaba,cevabı da haketmiş hale gelmez misiniz?

Hayat defterinize yazdığınız herkesle ilişkiniz öyle başlamadı mı?Bir düşünün...O güzel kızı,ya da o yakışıklı delikanlıyı ilk gördüğünüzde aklınızdan geçen herneyse,yaşanabilmesi için önce “merhaba” demediniz mi?

Biz gazeteciler için,sonradan haber kaynağı haline gelse bile,önce herkes “merhaba” denilerek yaklaşılan bir insan değil mi?

Günlerdir soğuktan elleri morarmış,gözlerinin ışığı sönmüş bir işçiye mikrofon uzatırken önce “merhaba” demedik mi?

Anadolu’da çok sık söylenen “insan insanın zehrini alır” sözünün çıkış noktası da budur.Önce yaklaşmak sonra mümkünse yakınlaşmak,en sonunda da sıkıntısını öğrenip,elden geliyorsa paylaşmak için ilkin “merhaba” demek gerek.

Muradım sözü uzatıp,top çevirmek değil.7 harfli basit bir sözcüğün nereden nereye ulaşabileceğini anlatmak...

Sadece sözle de olmaz üstelik...

Kapağını açıp,kağıt ve mürekkep kokusunu içine çektiğiniz her kitap bu dostça yaklaşımdan nasibini alır,tıpkı her sabah sayfalarını bildik bir duyguyla çevirdiğiniz gazete gibi...

Bugün bana da “merhaba” dediğinizi ummak istiyorum.Benim yapmaya çalıştığım bu çünkü.

Ve eğer aynı sıcaklıkla alıyorsam karşılığını-ki öyle olduğunu sanıyorum-bundan sonrası gerçekten daha kolay olacak...

Bir yolculuk insan yaşamı,zamandan bağımsız hem de.Kısacık ömürlere 4-5 hayatlık düşünce,eylem sığdırmış insanlar bunun en güzel kanıtı.Somut örneği de Büyük Önder Atatürk.57 yıl gibi hele de bugünün koşullarında kısa sayılabilecek bir yaşama;ümmetten topluma evrilmiş insanları,bölgesinin tek laik ülkesini,çağdaş Cumhuriyetini bırakmak az iş midir?

Bilmiyorum ne kadardır,yiyecek ekmeğimiz içecek suyumuz...

Ama derdi;zamandan bağımsız üretmek olan,aydın,geleceği düşünen,bugünü sorgulayan,yarını elleriyle kurduğunun bilincinde tüm dostlara merhaba...

Size uzattığım el de,dilimden dökülen merhabanın devamı.

Diğer elimde ise sadece kalem var ve söz veriyorum bundan sonra da sadece o olacak...
Pabuç mu?

Evet,pabuç...
Çocukluğumdan beri birşey saklayacağım zaman hep "en güvenilir yer" hissi uyandırdığı için.
Ben istediğim sürece çıkartmayacağım,tenime değmeye devam edeceği için.
Bu kadar da değil ama...
Günlerdir aklımdan çıkmayan,bana "aşk ancak bu kadar güzel ve sade anlatılır"dedirten Metin Eloğlu'nun "Seni sevince adamın pabuçları eskimiyor" dizesi yüzünden bir de...
Sonra üzerinden neredeyse 25 yıl geçmesine rağmen hala "bir densizi aşağılamanın en güzel yorumu" olarak belleğime kazınan sevgili Ayberk Çölok'un o aptal çocuğa söylediği-ki adını unutalı çook oldu- "benim seninle yaşıt pabucum var" sözlerinde çok "şık" durduğu için...
Ayrıca,inandığını söyleyenlere hep "maşallah dil pabuç gibi" denildiği için...
En çok da büyük Usta'nın "Yürümek; yolunda pusuya yattıklarını,arkadan çelme attıklarını bilerek yürümek... " dizelerindeki gibi insanı "yola,gitmeye,bıkmadan ilerlemeye" çağırdığı,sol meme altındaki cevahiri kımıldattığı için...
Pabucumun içindekileri paylaşacağım,kararlıyım...