31 Ağustos 2010 Salı

Sen gel,sen gel,sıvadan anlıyorsan sen de gel...

Öyle saçma günler yaşıyoruz ki...
Şunun şurasında 15 günden az kaldı referanduma ama hâlâ insanlar ne için oy kullanacaklarını bilmiyor!
Evet iddia ediyorum bilmiyor.
Aylar önce,Meclis'teki Anayasa değişiklik görüşmeleri sırasında toplumda herkes Anayasa uzmanı olmuştu.Sabahlara kadar devam eden görüşmeler üzerine bilen bilmeyen ahkâm kesiyordu ekranlarda.Bu kadar da değil üstelik,sokak röportajları yapılınca görüyorduk ki her ev sessiz sedasız birer Anayasa profesörü yetiştirmiş de haberimiz yok!
Her sokak başında bir Mümtaz Soysal,her alışveriş merkezinde bir Kezban Hatemi var...
Paketin içeriği hakkında öyle atıp tutuyor ki insanlar değme profesörü cebinden çıkartır vallahi...

Ama asıl sıkıntılı grup "tatlı su önderleri"

"Efendim,ben 12 Eylül'cülerle hesaplaşmak için evet diyeceğim,yıllardır bugünü bekledim" Sanırsın ki o sıkıntılı günlerde,250 bin insan bir gecede gözaltına alınıp kıçlarına cop sokulurken ortalığı birbirine katmış arkadaş...O garibanlar elektrik altında bağıra çağıra işkence görürken kendisi de ses çıkartmış...
Nerdeee?

Hele uyduruk filmlerini "toplumsal içerikli"diye millete ittirip "toplumcu" olan bazıları yıllar sonra "kır şişeyi dön köşeyi" hesabından zenginleşince bir anda demokrat oluvermediler mi,en çok o dokunuyor kanıma...

12 Eylül'cülerle hesaplaşacakmış...Pabucumun demokratı!

Aslında şaşırmamak gerek,bu insanlara sanatçı diyen hatta abartıp "usta" sıfatını yakıştıran bizlerde kabahat.Toplum ne olduğunu,nereden geldiğini şaşırınca böyle olması kaçınılmaz çünkü...

Dün Müjdat Gezen'i izledim bir programda,kendisine sorulan "paketin içinde sizi en rahatsız eden nedir" sorusuna öyle bir yanıt verdi ki,hani yakınımda olsa atlayıp yanaklarından şapır şupur öpecektim."Beni ilgilendiren paketin içi dışı değil,ben bu toplumun yani bu geminin nereye gittiğiyle ilgileniyorum ve görüyorum ki bu gidiş gidiş değil!Biz hepten faşist bir yönetime sürükleniyoruz.O yüzden (hayır) diyeceğim ben bu referandumda.Çünkü 12 Eylül berbattı,benim ayağıma kitap yazdım diye zincir vurdular ama bu sivil 12 Eylül daha da berbat"

Yıllar önce kendisiyle yaptığım bir röportajda zamanın Futbol Milli Takımı Teknik Direktörü Mustafa Denizli ilginç birşey anlatmıştı.Mustafa hoca geceleri kamptan döndükten sonra evine hemen giremezmiş.Önce arabasının farlarını kapatır apartmanı kolaçan edermiş uzaktan. Korktuğu da apartmanın kapıcısı...
Çünkü bu arkadaş tadını o kadar kaçırmış ki işin,artık takım için tavsiyede bulunmayı falan geçmiş,ufak kağıtlara kadro yapıp-hem de alternatifli- her gelişinde eline tutuşturuveriyormuş hocanın.Bunu anlattıktan sonra da demişti ki Denizli "anladım ki bu ülkede siyasetle futboldan anlamayan kimse yok"

Hâl böyle olunca ne söylesek boş,zaten söylenmesi gerekeni de yıllar önce atalar söylemiş:
Kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmaz!

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Şiş yok mu şiiiiş?

Yaz günü kol kırığı hakikaten çekilir dert değilmiş...
Bütün dünyayı kavuran sıcaklar yetmez gibi bir de önce dirseğe kadar pamuk,üzerine alçıya batırılmış sargı bezi dolanınca,insan kendinden geçiyor.Kendimi sık sık koluma küfrederken buluyorum,sanki zavallı kendi kendine kırılmış gibi...

Ama faydalı keşiflere de yol açmıyor değil bu durum.Yok yok,sakın ''engelli insanların neler hissettiğini anladım,artık onlara karşı daha anlayışlı davranacağım'' gibi geyiklere gireceğimi düşünmeyin.Bunu anlamak için kolunu bacağını kırması gerekenlerden değilim çok şükür...

Benimkiler daha şahsi keşifler...

Mesela 40'ımdan sonra el-bacak koordinasyonunun önemini anladım.Tek elle birşey yapmak pek mümkün olmadığı için şişe açmak,lap-top'un kapağını kaldırmak gibi işlerde artık en büyük yardımcım bacaklarım.

Da...

Yine de çok abartmamak gerekiyor sanırım.İmkan varsa yakındaki birilerinden yardım almak en iyisi.

Sıcaklara bağlı olarak artan su tüketimi nedeniyle evimize su getiren Hasan'la daha sık görüşür olduk bu aralar.Neredeyse iki günde bir kapıda,elindeki damacanasıyla...Bu öğleden sonra da geldi.Suyu bırakırken kaçınılmaz olarak kırık üzerine uzunca bir sohbet yaptık,daha doğrusu Hasan'ın bu konuda hazırladığı ve dağarcığında ''ihtiyaç halinde kullan'' etiketiyle sakladığı monologda konuk oyuncu olarak yer aldım...

''Bak abi bi kere mutlaka kelleye paçaya yumulacaksın.Sakadat şart!Sonra elini mutlaka boynuna kadar yüksekte tutacaksın.Bir de arada çiğnenmiş ekmek koy üzerine''

Ben daha ''oğlum alçının üzerinden ne işe yarayacak çiğnenmiş ekmek'' diye soramadan, ''dur ya,onu kırılır kırılmaz yapacaktın,geçti artık'' deyiverdi.Hasan'a sakadatı sevdiğimi ama kolestrol yüzünden çok yiyemediğimi ve elimi boynuma kadar yüksek bir yerde tutup kafadanbacaklı gibi gezemeyeceğimi ise hiç anlatamadım.Bizimki uzattığım paranın üzerini vermek için aranırken birden demir paraları koyduğu cüzdanı,boş damacanalarla birlikte asansörde unuttuğunu hatırladı ve fırladı...

Kendi kendime bir yandan ''ortopedist su dağıtımcısı'' Hasan'a gülerken,bir yandan da kapağındaki naylonu sökmek için damacanayı bacaklarımın arasına sıkıştırdım.Uzunca bir uğraştan sonra kopartabildim alçak naylonu.Ama sıradaki işlem daha da zordu,bu kez naylon kapak kopartılmak üzere beni bekliyordu...

Kapağın yanındaki halka çekerken elimde kaldı ama artık izzet-i nefis mücadelesine dönen bu savaşta geri çekilmek yoktu.Yırtılan yeri sağlam elimle yakalayıp naylonu yırtmak için çekiştirmeye başladım.Aşşağılık kapak sanki ''sakatsın işte,direnme,kabul et, nıaaaaahhhhahhhhaaa''diye Erol Taş kahkahaları atarken iyice kendimi kaybettim ve dizlerimin arasındaki damacanaya eğilip,hırsla ileri geri sallamaya giriştim...

Mücadele ne kadar sürdü bilmiyorum ama Hasan'ın ''abi'' diyen sesiyle dönüp arkama baktığımda,yan komşumuzun eşiyle birlikte beni izliyorlardı.Arkadan gördükleri manzaranın,damacananın üzerine abanmış,kan-ter içinde ileri geri hareket eden yarı çıplak bir adam olduğunu söylersem sanırım ortamdaki dehşeti anlatmaya yeter!

Kolumun kırıldığına mı,acayip ağrıdığına mı yoksa apartmanda artık ''damacanayla ilişkiye girmeye çalışan sapık'' gibi görüleceğime mi yanayım bilmiyorum.

Tek bildiğim alçının altındaki iğrenç kaşıntının yine başladığı...