20 araba tam 58 tur atıyor pistte ve resmi rakamlara göre 41 bin kişi çıplak gözle tribünden, gayrı resmi rakamlarla yüz milyonlarca kişi de ekranlarından izliyor yaklaşık 1,5 saat boyunca...
Üzerlerindeki milyonlarca çift göze aldırmadan,sanki dünyada kendilerinden başka önemli hiç bir şey yokmuş gibi davranıyor ünlü pilotlar.Lâfın gelişi değil hem de gerçekten kendilerinden başka hiç bir şeyi,hiç kimseyi önemsemiyorlar...
Aslına bakarsanız,yarış takımlarının tüm ekibinde aynı durum söz konusu.
Cumartesi akşamı yani yarıştan bir gece önce Ferrari takımının iki pilotuyla ayaküstü konuşuyoruz.Hem Massa'da hem Alonso'da aynı "bitse de gitsek" yüz ifadesi var.Önceleri alınıyorum bu duruma ama çok geçmeden anlıyorum ki tavırları bize özel değil.Yani ortada öyle hepimizin genlerine işlemiş "bu gavurlar bizi sevmez,Türk'ün Türk'ten başka dostu yok" durumunu kovalayacak bir davranış bulunmuyor.Massa kısa ve son derece klişe cümlelerle ikide bir "3 kere kazandım,İstanbul benim için çok özel" diye geveleyip duruyor.Alonso ise olaya tamamen "aman hocam beni karıştırmayın,bak bu arkadaş 3 kez kazandı İstanbul'da, ne sorunuz varsa O'na sorun"tribinde...
Bu kadar sıkıştırılmış bir zaman diliminde takdir edeceğiniz gibi anlamsız bir muhabbet yaşanıyor ve iki pilot izin isteyip ayrılıyor ortamdan.Elim böğrümde kalınca can havliyle takımın medya sorumlusu Nigel'a yapışıyorum.Hiç olmazsa bu hayatı bana anlatmasını istiyorum.Yaklaşık 30 senedir yarış dünyasında olan Nigel'ın aşırı profesyonel tavrını görünce de ikinci kez kıç üstü oturuyorum.Adam acayip koyu bir İngiliz aksanıyla "yarın"diyor. "Yarın pit-stop dahil,heryeri gezeceksiniz,o zaman sorarsın ne merak ediyorsan"...
Yedik mi ikinci darbeyi de?
Son çare Nigel'ın yardımcısı Joseph adındaki gençle konuşmak.Son derece umutsuz bir şekilde yaklaşıp "kaç yıldır bu işi yapıyorsun" gibi anlamsız bir soru yöneltiyorum yarım ağızla.
Ve...Beklemediğim cevap geliyor bir anda. "7" diyor."29 yaşındayım ve 7 yıldır bu işteyim.Artık çok yoruldum ama..."
Hah be birader.
İşte bu!
Bir anda aramızda manasız bir güven ortamı doğuyor ve garibim dökülüyor bir bir...
"İsviçre'de doğdum ve orada yaşıyorum.Yani adresim orada ama ben pek uğrayamıyorum. 3 yıldır ciddi bir ilişkim var.Kız arkadaşım Macaristan'da oturuyor.Doğru düzgün görüşemiyoruz ama çok seviyorum O'nu"
Hoppala...
Formula'dan Sabahın Seda'sına geçiyoruz bir anda.Adam birazdan ağlamaya başlamaz inşallah!
Neyse ki korktuğum olmuyor .Tam aksine Joseph son derece akıllı cümlelerle müthiş bir eleştiri yapmaya başlıyor:
"Burası bir sirk!İnan bana.Biz de sirkin çalışanlarıyız.Biliyor musun,bu işe ilk başladığımda en çok neden rahatsız olmuştum?İnsanların bana bakmasından!Bir süre sonra anladım ki herkes verdiği paranın karşılığını almaya çalışıyor.Yani kendileri için birşey yapmamı bekliyorlar. O günden beri de benden istenileni yapıyorum işte...Gittiğimiz her yere sirk çadırımızı kuruyor, gösterimiz bitince de söküp bir sonraki noktaya doğru yola çıkıyoruz"
"Peki kız arkadaşın"diyecek oluyorum."Onunla aynı yerde yaşasanız daha iyi olmaz mı"
"Ne farkeder ki" diye yanıtlıyor."Kime göre aynı yer?Aynı diye bir şey yok ki.Ben yarın akşam buradan Barselona'ya hareket edeceğim.Sonrasında 3 gün iznim var.Bakalım Avrupa'da bir yerde buluşuruz herhalde"
"Peki daha kaç yıl bu işi yapacaksın"diye soruyorum,"En fazla 3"diyor,"sonrasında da ne yapacağımı bilmiyorum.Ama kesinlikle kararlıyım.Bu işi bırakınca uzunca bir süre aynı yerde oturacağım"
....
Ertesi sabah yarış için buluştuğumuzda,Nigel gerçekten de bütün sorularımıza yanıt veriyor,yani teknik olanlara...
Bir yarış arabasının 2 saniyede 146 kilometre sürate ulaştığından,tamamen parçalanması durumunda aynısının 9 saatte yapılabileceğine kadar bir sürü ayrıntı anlatıyor.
Benim kafamdaysa Joseph'ın "burası bir sirk ve insanlar verdikleri paranın karşılığını almak isterler" sözü çınlayıp duruyor...
Sonra yarış başlıyor...
20 araba...
58 tur...
Dönüp duruyorlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder